Özersay, New York'a değil Atina'ya dikkat çekti: Kıbrıs'ın sırttaki bir yük olmasını istemiyor

19 Eylül 2023

Güncelleme: 19 Eylül 2023

A
A

Halkın Partisi (HP) Genel Başkanı Kudret Özersay'la New York'tan hangi sonuçların çıkacağını, Kıbrıs konusunun bundan sonraki süreçte nereye evrilebileceğini ve çözümün nasıl gelebileceğini konuştuk.

ZgotmplZ

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın KKTC'nin tanınması yönünde Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda yaptığı çağrının üzerinden bir yıl geçti.

Erdoğan'ın bu hafta New York'ta 78’nci yapılan BM Genel Kurulu'nda, benzer çağrıyı yinelemesi bekleniyor.

Geçen bir yılda Türk Devletleri Teşkilatı'ndaki gözlemci üyelik dışında KKTC'nin tanınması ya da Türk tarafının beklediği parametrelerde bir çözüm konusunda somut gelişmeler yaşanmadı.

Bununla birlikte Türkiye ve KKTC, Ersin Tatar'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra benimsenen iki devletli çözüm konusundaki yoğun diplomasiyi sürdürüyor. 

Ancak adadaki iki tarafın uzlaşması mevcut şartlar mümkün gözükmüyor.

Uzun yıllar müzakere heyetinde yer alan ve Dışişleri Bakanlığı yapan Halkın Partisi (HP) Genel Başkanı Kudret Özersay'la New York'tan hangi sonuçların çıkacağını, Kıbrıs konusunun bundan sonraki süreçte nereye evrilebileceğini ve çözümün nasıl gelebileceğini konuştuk.

MYK Haber'e yatığı açıklamada Özersay, Yunanistan-Türkiye ilişkilerindeki iyileşmenin Kıbrıs konusuna doğrudan etki edebileceğine vurgu yaptı. ABD'nin, Doğu Akdeniz'de değişen aktörlerin durumuna bağlı olarak çözüm konusunda daha etkin bir rol oynayabileceğini de belirten HP lideri, çözümün ise adının konularak değil, tarafların belli bazı konularda iş birliğine gitmesi ve karşılıklı güvenin ve bağımlılığın geliştirilmesiyle geleceğinin altını çizdi.

"BİR TEMSİLCİ ATANACAKSA ÖNCE ORTAK ZEMİNİ MÜZAKERE ETMELİ"

Taraflar arasındaki çözümün şekline ilişkin görüş ayrılığı devam ettiği ve ortak bir zemin bulunmadığı sürece resmi müzakere sürecinin başlamasının çok yüksek bir ihtimal olmadığını kaydeden Özersay, "Ama bir müzakere ortak zemini bulunup bulunamayacağı konusunda müzakere öncesi müzakere; yani 'Müzakereler başlamalı mı başlarsa nasıl başlamalıdır?' konusunda bir müzakere yapılması gerekecek belli ki." dedi.

Birleşmiş Milletler'in birini görevlendirmesinin bu açıdan bir anlam ifade edebileceğini kaydeden HP lideri, "Ama geçmişte olduğu gibi, taraflar arasındaki bu farklı bakışlar devam ederken, sırf 'görüşme olsun', sırf 'müzakere olsun' diye müzakere için başlatılması da doğru bir yaklaşım olmaz." görüşünü dile getirdi.

Bu durumun boşa bir 50 yılın daha geçmesine sebebiyet vereceğinin altını çizen Kudret Özersay, "Onun için bir Birleşmiş Milletler temsilcisi görevlendirilecek ise burada asıl önemli olan şey, temsilcinin misyonunun ne olacağı ve görev ve yetkilerinin ne olacağı meselesini doğru belirlemektir." dedi. Özersay şöyle devam etti:

"Bizim düşüncemiz şudur, bu aşamada taraflar birbirine zemin açısından bu kadar uzakken görevlendirilebilecek olan bir BM temsilcisinin esas odaklanması ve yetkili olması gereken konu; 'Kıbrıs'ta bir çözümün öncesinde taraflar hangi konularda nasıl iş birliği yapabilir, deniz yetki alanlarında, doğal gaz konusunda, elektrik konusunda, suçluların iadesi konusunda, sağlık ve benzeri konularda, çevre konularında, enerji konularında ne şekilde iş birliği yapabilir?' konularını ele alıp, taraflar arasında mekik diplomasisi ile bu iş birliklerinin hayata geçirilmesi olmasıdır. Bu anlamda yetkili bir temsilci olacaksa, bu çok daha anlamlı, çok daha sonuç alıcı olur ve uzun vadede çözüme çok daha fazla katkı yapar. Dolayısıyla temsilci, eskiden olduğu gibi Kıbrıs görüşmeleriyle ilgili tarafları bir araya getiren klasik bir Birleşmiş Milletler temsilcisi olarak düşünülürse, aslında eski hatanın ve eski sonuç alıcı olmayan yöntemin devamından başka bir şey ifade etmez. O yüzden bu önemli bir husus."

Kudret Özersay, 1973 yılında bugün Güney Kıbrıs topraklarında kalan Larnaka'ya bağlı Alaminyo köyünde doğdu.
TÜRKİYE-AB FAKTÖRÜ: ÖNCESİNE VERİLEN MESAJLAR EL ENSE ÇEKMEYDİ, ESAS GÜREŞ NEW YORK'TA

HP Genel Başkanı Kudret Özersay, ikinci önemli bir hususun ise "Türkiye faktörü" olduğunu vurguladı. Özersay, bu konuyu şöyle açıkladı:

"Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı öncesinde aslında çok önemli bir mesaj verdi. Türkiye'nin eğer Avrupa Birliği'nin (AB) bu tavrı devam ederse 'AB ile yollarını ayırmayı değerlendirebileceğini' söylemesi çok kritiktir aslında. Bu Türkiye'nin AB ile yolları ayırmayı düşündüğü anlamına gelmez. Türkiye'nin AB ile yolunu ayırma gibi, bir eksen kayması düşüncesi, amacı bence yoktur. Türkiye Cumhuriyeti varoluşuyla, kuruluşuyla bağlantılı bir biçimde yüzünü batıya dönmüş olan bir devlettir. Ancak bu bir mesajdır ve bu gibi sert mesajlar çoğu zaman bazı konularda bir el ense çekme hareketidir. Yani esas güreşe girmeden önceki el ense çekme hareketlerine benzer. Daha önce de NATO'yla bağlantılı konularda bazı restleşmeler ertesinde bazı pazarlıkların yapıldığını gördük. Dolayısıyla Avrupa Birliği'ne 'Eğer ciddi iseniz, ciddi bir biçimde oturup konuşmak gerekir. Eğer ciddi değilseniz bizi oyalamayın.' şeklinde aslında 'Biz ciddiyiz.' mesajı vermek için yapılan bir açıklama gibi görünüyor. Dolayısıyla son dönemde sadece Kıbrıs bağlamında Avrupa Parlamentosu'nun (AP) almış olduğu karara tepki olarak almamak lazım bunu. Mesela G20 zirvesinde Batı tarafından desteklenen Hindistan'ın bir 'Baharat Yolu' projesi ortaya kondu. Orada, bu ticaret yolunun Hindistan üzerinden Körfez'e, oradan Ortadoğu'nun geriye kalan kısmına, İsrail'e gelmesi ve İsrail üzerinden deniz yolu ile Yunanistan üzerinden Avrupa'ya ulaşması gibi bir bağlantının tarifi yapıldı ve burada Türkiye bir nevi by-pass edilmek istendi. Bu projenin bir aktörü de AB. Avrupa Birliği'nin, tam üyelik müzakeresi süreci içinde olan, sığınmacılar, göçmenler konusunda sürekli olarak bir şeyler talep ettiği Türkiye'yi by-pass etmesi aslında Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne dönük olarak tepkisinin bir diğer önemli sebebidir. Sadece Avrupa Parlamentosu'nun kararına bakmamak lazım. Çünkü AP yıllardır aynı jargonla aynı önyargılı yaklaşımla Kıbrıs'la ilgili Türkiye konusunda eleştirel kararlar almaktadır. Bu bir sürpriz değil. Bu Türkiye'yi öyle ciddi anlamda rahatsız eden bir şey değil diye düşünüyorum. Burada esas mesele, son dönemde Avrupa Birliği'nin stratejik bir değerlendirme yapmaktan uzak, aday ülke statüsündeki Türkiye'yi by-pass edecek bir projeye sıcak bakmaya yönelmesidir. Oysa hepimiz biliyoruz ki, son dönemde özellikle Suriye'de ve dünyanın başka coğrafyalarında gerek iç savaşlar gerekse ekonomik nedenlerle yaşanan sıkıntılardan sonra, özellikle Avrupa Birliği çok ciddi bir göç olayı ile karşı karşıyadır. Dünyadaki eşitsizliklerin sonucunda bunlar ortaya çıktığı için Avrupa Birliği bunun önünü son dönemde bir miktar alabildiyse burada Türkiye'nin çok büyük bir rolü var. Kendi toprakları içerisinde milyonlarca göçmeni barındıran, onlara bir yaşam imkanı sunan Türkiye adeta ileri karakol görevi görmüştür. NATO'da yıllar önce soğuk savaş döneminde nasıl ki Türkiye ileri bir karakol görevi gördü ve bedel ödedi, şimdi de göçmenler konusunda çok ciddi bir bedel ödeyen Türkiye'nin, bu kadar önemli bir Hindistan projesi bağlamında by-pass edilmesi aslında ciddi bir hayal kırıklığı yarattı ve Avrupa Birliği'ne bence bu bağlamda da bir mesaj veriliyor. O nedenle önümüzdeki günlerde, yani bugünden itibaren New York'ta yapılacak olan görüşmeler, bu konularda bir el ense çekme, yani doğrudan öze dair bir pazarlık değil ama 'Kim, neyi tam olarak istiyor, kim, neyi göstermelik olarak istiyor, kim, nerede gerçekten ısrarlı, kim, neyi bir ulusal mesele olarak ulusal menfaatlerinin parçası olarak görüyor ve çok ısrarcı olacak?', bunun ölçüleceği, ilk temasların yapılacağı bir platforma dönüşecektir."

"YUNANİSTAN ARTIK KIBRIS'IN SIRTTAKİ BİR YÜK OLMASINI İSTEMİYOR"

HP Genel Başkanı Kudret Özersay, son dönemde Yunanistan ile Türkiye arasındaki olumlu havayı işaret ederek, iki ülkenin yakınlaşması olumlu sonuçlar doğurabileceğine dikkat çekti:

"Bir diğer önemli konu da bu Genel Kurul toplantıları sırasında Türkiye'nin Yunanistan ile yapacağı görüşmelerdir. Türk-Yunan ilişkilerinin bundan sonrasına ilişkin olarak, özellikle NATO bağlamında ve Avrupa ile Türkiye arasındaki ilişkiler bağlamında, Yunanistan kendisini daha güvende hissedebilmek, daha huzurlu olabilmek, daha az savunma harcaması yapmak, daha ziyade ticarete, ekonomiye, turizme yönelmek istediği için, Türkiye ile daha az sıkıntılı bir döneme girmek istiyor. Bu açıdan belki de Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin belli bir raya oturtulması ve daha sakin sularda ilerlemesi için Yunanistan bir öncülük ve bir misyon yerine getirecek önümüzdeki günlerde. Bu açıdan Türkiye ile Yunanistan yetkililerinin New York'ta yapacağı görüşmeyi de önemsiyorum açıkçası. Yunan Başbakanı'nın (Kiryakos Miçotakis) Rum tarafına yaptığı ziyarette (Rum lider) Nikos Hristodulidis ile yapaağı görüşmenin öncesinde ve ertesinde yaptığı açıklamalara baktığımızda, Yunanistan, Kıbrıs meselesinin Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilere ve Türkiye'nin AB sürecine bir engel teşkil etmesini istemiyor. Kıbrıs'ın sırttaki bir yük olmasını istemiyor. Dolayısıyla öyle oturup da Kıbrıs sorunun çözme anlamında söylemiyorum ama Kıbrıs sorununun bir kenara konulması ve ilişkilerin bir miktar normalleştirilmesi daha gündelik ilişkilere ve pratik hayattaki konularda iş birliği yapılmasına yönelinmesine Yunanistan da sıcak bakabilecek gibi görünüyor bu dönemde. Onun için New York'ta yapacakları Türk-Yunan görüşmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum."

Kudret Özersay, 2 Şubat 2018 - 9 Aralık 2020 tarihleri arasında dörtlü hükümet döneminde Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı.
"STRAW VE ROZAKIS'İN AÇIKLAMALARI RUMLARA BASKI AMAÇLI"

Kudret Özersay, Yunanistan eski dışişleri bakanlarından Hristos Rozakis'in önceki gün Politis gazetesinde yer alan söyleşisinde, "Türkiye’nin Kıbrıs’ta iki devletli çözüm tezinden vazgeçmesinin tek yolunun, Kıbrıs Rum tarafının, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini, Türkiye’nin önerdiği egemen eşitlik temelinde kabul etmesi olduğunu" vurguladığı açıklamasının ne anlama geldiğini de bu aşamada şöyle açıklıyor:

"Bu sözlerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ayrı bir devlet olarak kabul edilmesi anlamında söylediğini düşünmüyorum. Orada Kıbrıslı Türklerin de olası bir ortaklıkta esas kurucu unsur olması bağlamında yani yeni bir ortaklığa giriş anlamında bir şey tarif ettiğini düşünüyorum. Yoksa iki ayrı devletin kabul edilmesi ve bu şekilde devam edilmesi anlamında konuşmuyor. İngiltere eski Dışişleri Bakanlarından Jack Straw'un ve İngiltere'deki bazı parlamenterlerin de açıklamaları oldu. Biz onların bir kısmını genelde kendi beğendiğimiz şekilde alıp yansıtmayı tercih ettik. Ama onların büyük bir bölümünde, bize hitap eden, bizim lehimize olan söylemlerin büyük bir kısmı 'kapsamlı çözüm' anlamına oturtulmuş durumdadır. 'Kıbrıslı Türklerin haklarının kabul edilmesi ya da egemen eşitliğinin kabul edilmesi' gibi söylemler bir kapsamlı çözümün parçası olarak veya 'eğer çözüm olmazsa Kıbrıslı Türklerin tanınabileceği, ayrı bir devlet olabileceği' gibi söylemler de 'tekrar bir müzakere sürecinin denenmesi ve bu kez başarısız olması durumunda' diye tarif ediliyor. Bunu göz ardı etmemek lazım. Bunlar daha ziyade Kıbrıs Rum tarafını bir miktar, müzakere konusuna yumuşatmak için ya da onlara bir korku verip 'Yani siz bu işi böyle statükoyu zamana yayıyorsunuz ama bazı konularda da masaya oturup Kıbrıs sorununu çözmeseniz bile enerjiyi, ekonomiyi, elektriği, vesaireyi ile ilgili iş birliği yapmanız lazım' yönünde bir baskı koymak için tasarladıklarını düşünüyorum."

"ABD'YE DİKKATLE BAKMAK GEREKİYOR"

HP Genel Başkanı Kudret Özersay, Doğu Akdeniz'deki aktörlerin hızla değiştiğine dikkat çekerek, ABD'nin oynayacağı rolün de bundan sonrasının şekillenmesi açısından belirleyici olacağına dikkat çekti:

"Uzunca bir süredir vurguluyorum. Doğu Akdeniz bölgesinde artık aktörler değişiyor ve çeşitleniyor. Eskiden Rusya bu bölgede yoktu, şimdi Suriye sayesinde bir miktar var. Eskiden Çin hiç yoktu şimdi ticari bazı yatırımlar bağlamında var. Amerika'ya çok yakınlaşan Rum tarafına bile Çin özel bir sıvılaştırma tesisi ve gemisi inşa etmiş ve satmış durumdadır, kısa bir süre önce Güney Kıbrıs'a bunu iletti. Petrol şirketleri, enerji şirketleri eskiden bu bölgede yokken şimdi varlar. Eskiden Fransa o kadar etkili bir aktör değilken şimdi İngiltere'nin Avrupa Birliği üyeliğinden çıkmasından sonra Avrupa Birliği üyeleri arasında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak kalan tek devlettir ve Fransa'nın değişik artan bir önemi var burada. Bütün bunları bir arada düşündüğümüzde, bu 70'lerin ortalarında kurulan Doğu Akdeniz'deki statükonun, aslında bu ceketin, değişen aktörlere, değişen faktörlere ve mevcut aktörlerin değişen önceliklerine artık dar geldiği anlamına geliyor. Dolayısıyla yeni bir statüko, yeni bir durum Doğu Akdeniz bölgesinde yavaş yavaş tesis edilecek gibi görünüyor. Bunun için de özellikle Amerika Birleşik Devletleri'ne (ABD) dikkatle bakmak gerekiyor. Çünkü ABD, Güney Kıbrıs'a silah ambargosunu kaldırdıktan sonra Güney Kıbrıs'ı stratejik bir müttefiki ve ortağı olarak tarif etmiştir. Bunun karşılığında da bundan sonra Rus savaş gemileri, uçakları Güney Kıbrıs'a ikmal yapamayacak. Amerika, kara paranın aklanması konusunda da 'Benimle iş birliği yapacaksınız.' diye Rum tarafını zorlamış ve bu iş birliğini bağlamış durumdadır. Bu açıdan bakıldığında ABD'nin yeni oluşturulacak olan Doğu Akdeniz'deki statüko ile birlikte Rusları ve Çin'i mümkün mertebe bu coğrafyanın dışında tutmaya dönük bir oyun hamlesi içerisine gireceğini düşünüyorum. New York'ta önümüzdeki dönemde yeni bir statükonun yaratılması bağlamında da yeni bazı süreçlerin, birbirine paralel yeni süreçlerin yaratılacağını düşünüyorum. Bunlardan bir tanesi de az önce söylediğim gibi, belki perde gerisinden belki açıktan; İsrail'in Türkiye'nin, Güney Kıbrıs'ın, Kuzey Kıbrıs'ın bir elektrik konusunda, bir doğal gaz konusunda veya limanların açılması, hava sahalarının kullanılması ve bazı açılardan ilişkilerin normalleştirilmesi bağlamında adımlar atabilecekleri çeşitli yeni süreçlerin birbirine paralel şekilde başlatılabileceğini düşünüyorum. Bunun tohumlarını atacaklar, atmaya çalışacaklar New York'ta."

HP Genel Başkanı Kudret Özersay,12 yıl müzakere görevinde bulundu.
"HER İKİ TARAFIN DA MENFAATİNE OLACAK SOMUT İŞ BİRLİKLERİ YAPARAK ÇÖZÜME YÜRÜNEBİLİR"

HP Genel Başkanı Kudret Özersay, Kıbrıs konusunda çözümün iş birliğine başlanarak geleceğini, baştan adını koyarak bir yol izlemenin geçmişteki hataları tekrarlamak olacağını yineledi. Özersay, "Çözüm nasıl gelecek, ne olacak?" sorununa şu yanıtı verdi:

"Çözümün nihai şeklini bugünden kestirmek bence mümkün değildir. Bu kadar yıldır çözümün nihai şekli konusunda en baştan dikte edilen tarafların da isteksizce, gönülsüz bir biçimde kabul ettiklerini, 'iki toplumlu, iki bölgeli federasyon' gibi cümlelerin de aslında bir bataklığa dönüşüp içinden çıkılmaz bir hale evrildiğini hepimiz yaşayarak gördük. Dolayısıyla nihai kertede çözüm ne olur, nasıl olur konusuna kafa yormaktansa, onu beklemeden, o konuda kavgaya tutuşmadan bugüne odaklanmak gerekir. Bugün eğer belli bazı konularda iş birliği yapmayı başarırsanız, -bu zaten her iki tarafın da veya bölgedeki diğer aktörlerin de ekonomik kazancını başka açılardan kendini daha güvende hissetmesini, bölgenin daha istikrarlı olmasını ve çatışma riskinin azaltılmasını beraberinde getireceği için- bunlar karşılıklı güvenin oluşmasına yardımcı olacak olan gelişmelerle olur. Kapsamlı çözüm olmadan da kapsamlı çözüme giden süreçlerde 'karşılıklı güvenin oluşturulması, karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin oluşturulması' gibi hususlar zaman içerisinde aslında kapsamlı çözümü de daha kolay, daha erişilebilir ve daha mümkün kılar. Tekrar söylüyorum, o çözümün ne olacağına bugünden bence kimse karar veremez. Bu sadece teorik bir egzersiz olur. Güvenlik Konseyi o taraftan karar alır, Türk tarafı bu taraftan bir cümle söyler, onu durmadan tekrar eder. Rum tarafı da diğer taraftan statükonun devamından yana olduğu için iki bölgeli iki toplumlu federasyon cümlesini ezberini devam ettirir. Bunlar kendiliğinden Kıbrıs sorununu çözemez. Dolayısıyla bu statü sorunu, Kıbrıs Türkünün statüsü sorunu tabii ki bu tarif ettiğim gelişmeler ve iş birliğiyle ortadan kalkmaz ama ekonomik olarak ve dünyayla temas anlamında Kıbrıs Türkünün bu coğrafyada daha görünür bir aktöre dönüşmesini, Kıbrıslı Türklerin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının da uluslararası seyahat bağlamında da ticaret bağlamında da kendilerine olan öz güvenlerini yeniden kazanmalarına yardımcı olacak bir süreci başlatır. Zaten Kıbrıs'ta bir çözümün bulunabilmesi ve bir çözümün bulunduktan sonra da kalıcı olabilmesi için esas bunlara ihtiyacımız vardır. Yani iki taraf arasındaki ekonomik eşitsizliğin olabildiğince giderilmesi ve iki taraf arasındaki bu statü sorununun yarattığı, Kıbrıslı Türklerin kendine olan özgüvenini yitirmesi meselesini de önceden çözmemiz gerekir. Eğer biz bu özgüven sorununu çözmeden, karşılıklı güven meselesini çözmeden, karşılıklı bağımlılık gelişmeden 'economic disparity' dediğimiz o ekonomik uçurum devam ederken, kağıt üzerinde teorik olarak çözümün nihai şekli konusunda anlaşsak bile bu zaten bir anlam ifade etmeyecektir. Ya çözümü bulamayacağız ya da bulsak bile yaşatmayacağız demektir ki biz bunu 60'tan 63'e yaşadık zaten, orada sürdürülememiş bir evlilik var. O nedenle önce çözümün şartlarını, parametrelerini fiiliyatta oluşturmak gerekir ki, onun üzerine bir çözüm tespit edilsin. Kağıdın üzerinde bir çözüm bulunup, ondan sonra onun şartlarını oluşturmaya kalktığınızda şartlar size başka şeyleri dikte ettirir, o zaman kağıdın üzerindeki çözüm kağıtta kalır ve o kurulan ortaklık da yaşamaz, sıkıntı buradadır. Onun için özellikle Halkın Partisi olarak biz daha farklı bir metodolojiye ihtiyaç olduğu kanaatindeyiz. Adım adım çeşitli konularda somut her iki tarafın da menfaatine olacak iş birlikleri yaparak aslında çözüme yürünebileceği kanaatindeyiz. O yüzden biz işte 'İki devletli mi olur, federal mi olur, öyle mi olur, konfederal mi olur?' gibi artık teorik anlamı olan ama pratikte sonuç alınmadığı için pek de bir anlamı kalmayan sürecin yerine o diğer meselelerin çözülmesine dönük ikinci bir paralel sürecin ve müzakere sürecinin daha önemli olduğunu düşünüyoruz ve buna dikkat çekmeye çalışıyoruz."

"TARAFLAR KENDİ HALİNE BIRAKILIRSA ÇÖZÜM OLMAZ"

HP Genel Başkanı Kudret Özersay, tarafların böylesi bir çözüm düşüncesine ne kadar yakın olduğu ya da yaklaşabileceğini de şu şekilde değerlendirdi:

"Kendi haline bırakırsanız herkes kendi statükonun devam ettirilmesi için uğraşır. Ama burada onun için az önce örneğin bir Amerikan faktöründen bahsettim. Eğer Amerika, Rusların bu bölgede gücünü artırmasını, etkisini arttırmasını istemiyorsa, Türkiye'nin İsrail'le, İsrail'in Güney Kıbrıs'la, Güney Kıbrıs'ın Kuzey Kıbrıs'la, Güney Kıbrıs'ın Türkiye ile olan ilişkilerini bir miktar yumuşatması Amerika'nın da yararınadır. Çünkü kendi müttefikleri bu coğrafyada ne kadar çok iş birliği yapabilirlerse bu coğrafyaya Rusların ve Çinlilerin girmesi o kadar zor olur. Dolayısıyla bu teşvik yani taraflar kendi haline bırakırsa bunu kabul ederler mi, buna hazırlar mı? Kendi hallerine bırakırlarsa hayır, hazır değiller ve kabul etmezler ama yerine göre baskıyı yerine göre teşvik ile tarafların motive edilmesi üçüncü bir tarafın veya üçüncü tarafların üzerinden olacak diye düşünüyorum. Ama az önceki unsuru da ekleyelim. Türkiye ve Yunanistan'ın bu dönemde özellikle Avrupa Birliği bağlamında kendi ilişkilerini normalleştirme çabaları ve niyetleri gözle görülür bir şekildedir. Dolayısıyla eğer bu iki anavatan ve garantör bu yönde hareket etmeye yönelirlerse, Kıbrıs Rum tarafıyla Kıbrıs Türk tarafını da ikna etme meselesi büyük oranda garantörler tarafından yapılacaktır."

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR


Yorum Yap

Yorum yapabilmek için giriş yapmanız gerekmektedir.Giriş yapmak için tıklayınız.

Tüm Yorumlar